Makaleler

Milan’ın Üç Portakalı: Van Basten, Riijkaard, Gullit

Dünya futbol tarihinde birbirinden önemli triolar gördük ancak hiçbiri Hollanda’nın ‘bir takıma bedel üçlüsü’ Marco van Basten, Frank Riijkaard ve Ruud Gullit gibi olamadı.

Gullit, Van Basten, Riijkaard

Arrigo Sacchi yönetiminde Milan’ı yeniden canlandıran, kupalara ambargo koymasını sağlayan efsane üçlünün hikayesi…

Basit bir tanım yapacaksak eğer, futbol yetenekle orantılı bir oyundur. Ancak yeteneğinizi sergilemenizin yolu iyi bir takımdan ve iyi bir takım oyuncusu olmaktan geçer. Başarılı takımlar, parçaların birbiriyle uyumlu çalıştığı ve birbirinin dilinden iyi anlayan oyuncularla kurulduğu takdirde gerçekleşir. Futbolun ‘üstün insanı’ Cruyff sonrasında, yani 80’lerin ortası ve 90’ların başında Hollanda’da forma giyen üç futbolcu, adından uzun süre söz ettirecekti…

Marco van Basten

Marco van Basten

‘Forvet’ kelimesinin belki de futbol sözlüğündeki karşılığı olan Marco van Basten, 31 Ekim 1964’te Utrecht’te doğdu. Hikayenin bundan sonraki ansiklopedik bilgileri için başka kaynaklar kullanabilirsiniz; ancak bu yazıda, bu muhteşem üçlünün futbolculuğunu okuyacaksınız. Profesyonel kariyerindeki ilk maçına Ajax’ta, Cruyff’un yerine oyuna girerek başlayan van Basten, yöntem fark etmeksizin her şekilde gol atabilen bir canavardı. Sakatlıkların peşini bırakmadığı kısa kariyerinde 280 maçta 218 gol atma başarısını gösterdiğini söylesek, bir önceki cümle için esaslı bir kaynak vermiş oluruz sanırım.

Frank Riijkaard

Frank Riijkaard

30 Eylül 1962 yılında Amsterdam’da doğdu. Eğer kiralık dönemini hesaba katmaz isek kariyerini ‘Ajax-Sporting-Milan-Ajax’ sıralaması ile tamamladı. Orta sahada takımın defansif yükünü çekmesine karşın kadife bilekleri ile oyuna bambaşka bir tat katan Riijkaard, teknik direktörlük kariyerinde de üçlünün içerisinde en parlak kariyere sahip oldu.

Ruud Gullit

Ruud Gullit

1 Eylül 1962’de Amsterdam’da doğdu. Esasen forvetti ama farklı pozisyonlarda da başarılı oldu. Kuvvetli fiziği ve takım presine yaptığı büyük katkı sayesinde takımının en önemli isimlerinden biri olmayı her daim başardı. Fuleli adımları ve kıvrak çalımları ile dikkat çekti, bolca tekme yedi, bolca sakatlandı ancak tüm sakatlıklardan geri dönmesini de bildi. Futbolla alakası olan olmayan herkesin aklında muhakkak yer etmeyi başardı; ya oyunuyla ya da rastalı saçlarıyla…

Futboldan ayrı kaldığımda, ağzından emziği alınmış bir bebekten farkım kalmaz.

Ruud Gullit

Burada bir ufak not düşmek lazım. Muhteşem üçlünün içerisinde yukarıda da bahsettiğim gibi en ‘star’ kıvamında olanı Gullit oldu. Öyle ki Gullit, maçlara dahi yanında gitar kutusu ile gidiyordu. Gullit’in çalmayı çok istediği bilinen o beyaz gitar ve malum kutu hakkında takım arkadaşlarının yorumları ise şu şekilde:

Paolo Maldini: Elinde sürekli dolaştırdığı şey sanırım gitardı. Gitar sürekli bizimle dolaşıyordu ama onu hiç göremedik. Ben bas gitar olduğunu sanıyordum.

Alessandro Costacurta: O gitardan bir melodi çıktığını gören olduğunu sanmıyorum. Bence kesinlikle çalamıyordu ama her yere bizimle getiriyordu.

Roberto Donadoni: O kadar iyi bir futbolcuydu ki gitar çalmayı beceremiyordu. kimse beni Ruud’un gitar çaldığına dair ikna edemez. Kesinlikle çok kötüydü.

Rosso Neri[1]  Hegemonyası

Futbolun ‘Portakal’ı Hollanda’ya vitamin olan üçlüden Riijkaard ve van Basten Ajax patentli iken, Gullit; Feyenoord ve PSV’de forma giymişti. O dönemler Maradonalı Napoli’nin hüküm sürdüğü İtalya’da Milan, orta sıralara iniş eğilimindeydi. Başkan Berlusconi’nin beklentileri bir türlü gerçekleşmiyordu. 86’da İtalya Kupası’nda ikinci lig takımı Parma’ya elenen Milan için çok farklı bir senaryo yazılıyordu…

Parma karşısında alınan mağlubiyeti ‘hayırlı’ seviyesine getiren olay, Parma’nın hocası Arrigo Sacchi’nin, Milan Başkanı Silvio Berlusconi’nin dikkatini çekmesi oldu. 87’de Milan’ın başına geçen Sacchi, İtalyanların defansif futbolundan fena halde bıktığı için Milan’ın da tıpkı Hollanda gibi, Brezilya ve Real Madrid gibi hücum futbolu ile oynamasını istiyordu.  Kendisine özellikle Rinus Michels‘i örnek alan, selefi Liedholm‘ün baskılı futbolunu sürdüren Sacchi’nin Milan’ında, İtalyanların klasik libero sistemi bir kenara bırakılmış, çizgi defans anlayışı ile 4-4-2 taktiği benimsenmişti. Yaz döneminde kesenin ağzı bir miktar açıldı ve Marco van Basten ile Ruud Gullit takıma katıldı. Sacchi, o istediği ‘Hollanda ekolü’nün iki kritik ismini takıma katmıştı. Sacchi’nin hücum futbolu anlayışı meyvesini o sene verirken Milan 8 sene sonra şampiyonluğa ulaştı.

Marco van Basten, Arrigo Sacchi, Franco Baresi, Silvio Berlusconi, Frank Rijkaard ve Ruud Gullit

Sonraki sene yani 88-89 sezonuna bir Hollandalı transferi ile daha başladı Milan. Frank Riijkaard, Sporting Lizbon’dan takıma katıldı. Baresi, Donadoni, Tassotti, Ancelotti, van Basten, Gullit gibi önemli isimlerin yanı sıra adını sonradan sıkça duyacağımız Maldini, Costacurta gibi genç isimlerle harmanlanan Milan kadrosu, Serie A’yı o sezon üçüncü tamamlarken, van Basten attığı 19 gol ile krallık tacını elde etti. Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ise sırasıyla Bulgaristan’ın Vitosha(Levski Sofya), Yugoslavya’nın Kızılyıldız, Almanya’nın Werder Bremen takımlarını eleyerek yarı finale yükselen Milan, karşısında Real Madrid’i buldu. İki ayaklı eşleşmede rakibini toplamda 6-1 ile geçen Milan, Galatasaray’ı eleyen Steaua Bükreş’in rakibi oldu. Milan, final maçında deyim yerinde ise şov yaparak Steaua’yı 4-0’la geçerken Gullit ve Van Basten attıkları ikişer gol ile yıldızlaşıyordu… UEFA Süper Kupası’nda Barcelona’yı yenerek bir ilki yaşayan Milan, Kıtalararası Kupa’da ise Kolombiya temsilcisi Atletico Nacional’i geçerek sezonu üç kupa ile kapatıyordu.

Gullit, van Basten ve Riijkaard Milan’daki zaferleri sonrası hatıra pozu verirken

89-90 sezonunda Basten, Gullit ve Riijkard’ın maestroluğunda ilerleyen Milan bir Scudetto’yu[2] daha ıska geçerek ligi ikinci tamamlamıştı. Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ise Finlandiya’nın HJK Helsinki, İspanyol devi Real Madrid, Belçika’nın KV Mechelen ve Alman panzeri Bayern Münih sırasıyla eleniyor, finalde de Portekiz’in Benfica takımı Riijkaard’ın golü ile 1-0 mağlup edilerek ikinci kez üst üste Avrupa’nın en büyük takımı olunuyordu. Süper Kupa’da ise ilk kez iki İtalyan takımı karşı karşıya geliyor, Sampdoria’yı geçen Milan bir kez daha Süper Kupa’yı müzesine götürüyordu. Milan’ın duraklama dönemi geride kalmış, Sacchi ile ambargo çağına geçmişti.

90-91 sezonu, şaşaalı sezonların aksine Milanello için son derece sönük geçti. Serie A’da bu kez Sampdoria’nın gerisinde kalan Milan, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ise çeyrek finalde Marsilya’ya yenilerek elendi. Son üç sezonda sekiz kupayı müzesine götüren Milan’da Teknik Direktör Sacchi, oyuncularından başarı için daha fazla çalışmalarını istedi. Bu fedakarlık talebi van Basten’in tepkisini çekti. Sacchi ve van Basten birbirine girdi, Milan Başkanı Berlusconi ise öz evladı kadar sevdiği van Basten’in yanında durarak Sacchi’yi takımdan gönderdi. Milan’ın başında artık Fabio Capello vardı.

Capello, Sacchi’nin mirasını layığı ile yükseltti. 91-92 sezonunda beklenen Scudetto, van Basten’in 25 gollü krallığı ile birlikte geldi. 92-93 sezonunda ise Milan yine şampiyon oldu. Formatı değişerek Şampiyonlar Ligi olan Şampiyon Kulüpler Kupası’nda finale kadar çıkan Milan, Marsilya’ya yenilerek serüveni ikinci tamamlasa da akıllarda Marco van Basten grup aşamasında Göteborg’a bir maçta attığı 4 gol kaldı. Sonraki sezonlarda başarılar gelse de van Basten olmayacaktı, bilek sakatlığı onu bir anlamda futboldan koparmıştı.

Mathaeus, Klinsmann ve Brehme

Capello’nun Milan’ı makine düzeneğinde ilerlese de takımın Hollandalıları için 93-94 sezonu ile yolun sonu yaklaşıyordu. Önce Riijkaard Ajax’a, Gullit ise Sampdoria’ya gitti, sonra da van Basten’in sakatlık haberi canları sıktı. Gullit bir sezon sonra Milan’a geri dönse de ertesi sezon yine ayrıldı. Van Basten ise sakatlığının olumsuz etkisi sebebiyle henüz 28’inde fiilen futboldan kopmuş oldu. Riijkaard 95’te tamam dedi, Gullit ise 98’e kadar futbol oynamaya devam etti. Dönemdaşları olan İnter’in üç Alman futbolcusu Brehme, Klinsmann ve Matthaeus ile karşılaştırılsalar da her zaman popüler ve estetik olan taraf oldular. Milan ile geçirdikleri dönem boyunca 3 Scudetto, 3 İtalya Kupası, 2 Şampiyon Kulüpler Kupası, 2 Süper Kupa, 2 kez de Kıtalararası Kupa kazanma başarısı elde ettiler.

Hollanda Milli Takımı

Johan Cryuff sonrası peşi sıra 1982 ve 1986 Dünya Kupaları ile 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası’na katılamayan Hollanda’da Teknik Direktör Rinus Michels, toplamda üçüncü kez geldiği bu görevde, kulüp takımlarındaki başarısını tekrar etmek istiyordu.

Total futbolun en büyük isminin yönettiği Hollanda, elemeler boyunca yalnızca bir gol yediği 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda SSCB, İrlanda ve İngiltere’nin olduğu grubu ikinci bitirerek yarı finale çıktı. Yarı finalde Batı Almanya’yı Ronald Koeman ve Marco van Basten’in golleri ile geçen Hollanda, finalde SSCB’yi 2-1 mağlup ederek kupaya uzanırken van Basten’in golü bugün bile hafızalardaki tazeliğini koruyor.

88 zaferi sonrası 90 Dünya Kupası’nda da boy gösteren üçlü, son kez 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda birlikte mücadele etti. Yarı finalde penaltılara giden maçta Danimarka’ya kaybeden Hollanda’da penaltı kaçıran tek isim ise Marco van Basten oldu.

Dünya futbol tarihine adını altın harflerle yazdıran üç isim de bugün teknik direktör olarak kariyerlerine devam ediyor…

Unutmadan; yazımızın esas oğlanları, ‘prime’ dönemlerinde iken Barış Manço’nun da konuğu olmuşlardı…

[1] Rosso Neri: Milan taraftarının takımlarından bahsederken kullandığı deyim. italyanca; kırmızı siyahlar demektir.

[2] Scudetto: İtalya’da şampiyon olan takımın bir sonraki sezon formasında taşımaya hak kazandığı bir sembolü anlatmak için kullanılır. Ayrıca İtalya’da şampiyon olan takımlar da bu tanımlama ile anılırlar.

NOT: Bu yazının orijinali Plase Dergi‘de Furkan Kahraman tarafından 11.05.2020 tarihinde yayınlanmış olup, tüm yayın hakları Plase Dergi’ye aittir. Plase Dergi’nin izni ile sitemizde yayınlanmıştır.

PLASE DERGİ – AC MİLAN TÜRKİYE